4 Ocak 2011 Salı


Berlin’de, Paris’te, Roma’da, Viyana’da,
Öp beni sevgilim, uzun uzadıya…
Nerede olduğumuzun hiçbir önemi yok,
İster Notre Dame şahitlik etsin aşkımıza, ister Siegessaule.

Ya da dur, kımıldama, burada, işte tam burada sevişelim.
Parmak uçlarımızdan, saçımızın teline kadar titreyelim.
Ellerim bedeninde dolaşsın, dilim ağzında,
Yalnız bana ait olduğunu bileyim, yalnız benim…

13 Aralık 2010 Pazartesi

Cinsel Kimliklerimiz & Toplum


İnsanoğlu, yüzyıllardır belirli bir enformasyon çerçevesinde belirlenen ve toplumun parçası olan her bireyin üzerinde kısıtlayıcı ve yönlendirici etkisi olan belirli rollere sahiptir. Ve bununla bağlantılı olarak her bireyin dünyaya geldiği ilk andan itibaren biyolojik cinsiyeti doğrultusunda kendisine empoze edilmeye çalışılan bir cinsel rolü bulunmaktadır. Bu roller, hemen hemen her toplumda ahlaki değerler doğrultusunda belirlenirken, aile, eğitim sistemi, din, vb kavramlar da cinsel rol üzerinde baskı kurmaktadır.

Toplumlarda cinsel roller, katı bir şekilde biyolojik cinsiyetle bağdaştırılır. Dolayısıyla cinsel yönelimin de biyolojik cinsiyet doğrultusunda olması beklenir. Çünkü cinsellik üreme anatomisinin tamamlayıcılığına bağlı olarak kadın ve erkek bedeninde sembolleştirilmiştir. Böylelikle heteroseksüellik doğallaştırılır, heteroseksizm toplumsal cinsiyet rejiminin mütemmim cüz’ü haline geline gelir. Bu cinsiyet rejimi içerisinde heteroseksüel bireylere ve ilişkilere olumlu nitelikler biçilirken, heteroseksüealite dışındaki cinsel oluşlara olumsuz nitelikler yüklenir.

Sonuçta heteroseksist toplum, bireyleri salt kadın ve erkek olarak kategorize eder ve cinsel yönelimlerini buna göre sınırlandırır. Bir çocuk doğduğunda dış cinsel organlarından hemen cinsiyeti tespit edilir ve o andan itibaren takılan adla, giydirilen renkle, alınan oyuncakla ve desteklenen davranış kalıplarıyla diğer cinsle arasında farklar yaratılmaya başlanır. Giderek ilk iki veya üç yıl içinde çocuklar kendilerini erkeklik ya da kadınlıkla özdeşleştirirler ve tipik erkek ya da kadın davranışlarını üstlenirler. Böylece çocuk henüz kendi başına karar alacak konuma gelmeden cinsel kimlik ve cinsel rolü, biyolojik cinselliğine uydurulmuş ve kalıcı olarak tespit edilmiş olur. Bunun dışında kalanlar hasta, sapkın ya da marjinal olarak patolojikleştirilip kamusal alan dışına itilirken, eşcinsellik ve transeksüalite toplumsal bağlamdan koparılıp psikiyatrinin diline tercüme edilir. Böylelikle toplumun bu baskıcı tavrı bizleri böler, sınıflandırır ve gettolaştırır.

Halbuki insanlığa lazım olan, cinsel yönelimlerin önemli olmadığı, ayrımcılık sebebi haline getirilmediği, erkek olanın kutsanmadığı, kadınlığın aşağılanmalarla bastırılmadığı, eşcinsellerin ve transcinsellerin diğer heteroseksüel bireylerle aynı haklara sahip olduğu cinsiyetsiz bir toplumdur.