13 Aralık 2010 Pazartesi

Cinsel Kimliklerimiz & Toplum


İnsanoğlu, yüzyıllardır belirli bir enformasyon çerçevesinde belirlenen ve toplumun parçası olan her bireyin üzerinde kısıtlayıcı ve yönlendirici etkisi olan belirli rollere sahiptir. Ve bununla bağlantılı olarak her bireyin dünyaya geldiği ilk andan itibaren biyolojik cinsiyeti doğrultusunda kendisine empoze edilmeye çalışılan bir cinsel rolü bulunmaktadır. Bu roller, hemen hemen her toplumda ahlaki değerler doğrultusunda belirlenirken, aile, eğitim sistemi, din, vb kavramlar da cinsel rol üzerinde baskı kurmaktadır.

Toplumlarda cinsel roller, katı bir şekilde biyolojik cinsiyetle bağdaştırılır. Dolayısıyla cinsel yönelimin de biyolojik cinsiyet doğrultusunda olması beklenir. Çünkü cinsellik üreme anatomisinin tamamlayıcılığına bağlı olarak kadın ve erkek bedeninde sembolleştirilmiştir. Böylelikle heteroseksüellik doğallaştırılır, heteroseksizm toplumsal cinsiyet rejiminin mütemmim cüz’ü haline geline gelir. Bu cinsiyet rejimi içerisinde heteroseksüel bireylere ve ilişkilere olumlu nitelikler biçilirken, heteroseksüealite dışındaki cinsel oluşlara olumsuz nitelikler yüklenir.

Sonuçta heteroseksist toplum, bireyleri salt kadın ve erkek olarak kategorize eder ve cinsel yönelimlerini buna göre sınırlandırır. Bir çocuk doğduğunda dış cinsel organlarından hemen cinsiyeti tespit edilir ve o andan itibaren takılan adla, giydirilen renkle, alınan oyuncakla ve desteklenen davranış kalıplarıyla diğer cinsle arasında farklar yaratılmaya başlanır. Giderek ilk iki veya üç yıl içinde çocuklar kendilerini erkeklik ya da kadınlıkla özdeşleştirirler ve tipik erkek ya da kadın davranışlarını üstlenirler. Böylece çocuk henüz kendi başına karar alacak konuma gelmeden cinsel kimlik ve cinsel rolü, biyolojik cinselliğine uydurulmuş ve kalıcı olarak tespit edilmiş olur. Bunun dışında kalanlar hasta, sapkın ya da marjinal olarak patolojikleştirilip kamusal alan dışına itilirken, eşcinsellik ve transeksüalite toplumsal bağlamdan koparılıp psikiyatrinin diline tercüme edilir. Böylelikle toplumun bu baskıcı tavrı bizleri böler, sınıflandırır ve gettolaştırır.

Halbuki insanlığa lazım olan, cinsel yönelimlerin önemli olmadığı, ayrımcılık sebebi haline getirilmediği, erkek olanın kutsanmadığı, kadınlığın aşağılanmalarla bastırılmadığı, eşcinsellerin ve transcinsellerin diğer heteroseksüel bireylerle aynı haklara sahip olduğu cinsiyetsiz bir toplumdur.

12 Aralık 2010 Pazar


Çok sıkıldım hayattan. Hem de öyle bir sıkıldım ki, kendimi koca bir “HİÇ”lik içerisinde yaşıyormuş gibi hissediyorum. Şu anda yaptığım her şeyi boşa yapıyormuş gibi hissediyorum. Sanki boşuna işe gidip geliyorum, boşuna yüksek lisans yapıyorum, insanlarla boşuna konuşuyorum, bir yerlere gidip takılınca sanki boşa vakit geçiriyorum gibi geliyor. Galiba ben ne istediğimi bilmiyorum ve bu ruh hali bundan kaynaklanıyor. Şu yazdığım satırları okuduğunuzda asosyal, aseksüel, bunalım bir insan olduğumu düşünebilirsiniz, inkar etmiyorum belki de öyleyimdir, çünkü ben de ne olduğumu bilmiyorum artık.

Standart bir günün fotokopisini çektim, her gün aynısından takılıyorum, arada bir değişiklik olduğu zaman bünye kaldırmıyor. Bir iki gün önce eski arkadaşlarla görüştüm, 1-2 saat beraber olmaya zor dayandım. İnsanlarla sorunlu olabilirim doğrudur, pek geçimli bir insan olduğum söylenemez fakat eskiden beraber olmaktan zevk duyduğum insanların yanında bile 1-2 saatten fazla kalmaya katlanamıyorum. Derhal eve gidip odama çekilmek istiyorum. Zaten bana tek huzur veren yer de burası. Ailemle olan az iletişimim de “çalışıyorum” bahanesiyle epeyce azaldı. İnsanlarla konuşmak bazen işkence geliyor, yalnızlığımı dağıtmak için birileriyle 1-2 laflayayım diyorum ya ben sıkılıyorum ya da karşı tarafın sıkıldığını düşünüp bahane uydurup olay mahallinden uzaklaşıyorum. İyi gidiyor böyle yalnızlık, bunca zaman kendimi ifade etmeye çalıştım da ne oldu, kime derdimi anlatabildim? O zaman da her şeyi boşuna yapmışım demek, şimdi en azından bunu yapmıyorum. Şimdi hepten haksızlık etmeyeyim, beni anladığını düşündüğüm bir kişi var fakat onunla da uzağız, böyle zamanlarda yanında olmasını istediğiniz insan asla yanınızda olmaz zaten…

Aslında bu durumdan kurtulmak için bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama olmuyor. Gülemiyorum, eğlenemiyorum, tatmin olamıyorum, sönüyorum, siniyorum, iyice ciddi, kupkuru, yavan bir insan olup çıkıyorum. Gitmek istiyorum, onu bile beceremiyorum. O zaman hayallerimi gerçekleştirmek için çabalamaktan da vazgeçiyorum. Günün büyük bir kısmını uyuyarak geçirsem, biraz uzaklaşabilsem her şeyden belki de daha kolay olur bunu atlatmak ama günün yalnızca 4 saatini uykuya ayırıp geriye kalan zamanlarda yaşamaya çabaladığımdan ve o 20 saatlik zaman dilimini hayattan, insanlardan, içi boşaltılmış kavramlardan tiksinerek geçirdiğimden bu pek de mümkün olmuyor.

Bir bilseniz, yaşıyormuş taklidi yapmak çok zor! Zaten hiçbir şey anlatmakla da olmuyor…


19 Ekim 2010 Salı

ZIRVALARIM (III)


Ben karanlıktım, sense beni aydınlatabilen tek mumdun.
Bir rüzgar çıktığında sönüp gideceksin diye öyle korkardım ki,
Nihayetinde sen de bir gün söndün ve ben yine karanlıklara döndüm.
Bir kibrit çakılmasına öyle muhtacım ki şimdi…

10 Eylül 2010 Cuma

Sonbahar


Hafif ılık esen rüzgar, toprak kokusu ve yağmurlarla birlikte geldi sonbahar. En sevdiğimdir, o nedenledir ki hep sonbaharda ölmeyi istemişimdir. O ne ilkbahar gibidir aşka davet eder, ne kış gibidir soğuk ve umutsuz, ne de yaz gibidir cıvıl cıvıl… Doğadaki en güzel renkleri içinde barındıran tek mevsimdir. Şarkılar, şiirler, sabaha karşı eriyip biten mumlar, satır aralarında boğulduğun ama yine de bir solukta okuduğun kitaplar, şişesinden içilen şarap gibidir. Ama sonbahar yalnızlığın mevsimidir…Bunu en iyi içindeki yalnızlığı gideremeyenler veya gidermek istemeyenler bilir.

Yalnız kadınlar/adamlar aşağıdaki şarkılar sizin olsun, sonbaharınıza eşlik etsin, hüznünüzü toprağa karıştırıp, rüzgara üflesin.

İyi dinlemeler…



Autumn Playlist

The Swell Season - If You Want Me (http://www.youtube.com/watch?v=VBLDP0Etp3Y)
Balmorhea – Remembrance (http://www.youtube.com/watch?v=Ze5ZcCXRPJE)
Joe Pass – Autumn Leaves (http://www.youtube.com/watch?v=795sG19cPmU)
Ane Brun – To let myself go (http://www.youtube.com/watch?v=A7tQiDHSe5E)
Devics – Alone with you (http://www.youtube.com/watch?v=P9mcEIJj5MI)
Tom Waits - I Hope That I Don't Fall in Love With u (http://www.youtube.com/watch?v=sdy4ell_dtM)
Joan Baez – Diamonds And Rust (http://www.youtube.com/watch?v=bpD5_c2j1OM)
Astor Piazzolla – Scent of a woman (http://www.youtube.com/watch?v=dBHhSVJ_S6A)
Jeff Buckley – Hallelujah (http://www.youtube.com/watch?v=WIF4_Sm-rgQ)
Mark Lanegan – One Way Street (http://www.youtube.com/watch?v=xX1JDz6o_t4)
Kristin Asbjørnsen – slow day (http://www.youtube.com/watch?v=V9TU5dcHwEU)
Jeff Buckley – We All Fall In Love Sometimes (http://vimeo.com/11938032)
Jeff Buckley - Lilac Wine (http://www.youtube.com/watch?v=5PC68rEfF-o)

2 Ağustos 2010 Pazartesi

ZIRVALARIM (II)




Hayır, her aklıma düştüğünde şehre dönüp bir sigara daha yakmayacağım. 
Ben kendi kendime düşünürken içtiğim sigaraların bahanesi sen olmayacaksın.


17 Temmuz 2010 Cumartesi

Git-me


Yine de gidiyorsun ya, işte buna "GÖÇ" diyorlar...

Hayat & Ben


Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu,
ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim.
Ne hissettiysem onu söyledim, onu yaşadım.
Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım.
Asla keşkelerim olmadı.
Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım.
Karşıma bazen gerçek yüzler, bazen sahteler çıktı;
ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım.
Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.
Dostluğuma değer biçmedim,
sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.
Sevdiysem sonuna kadar gittim,
bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.
Ama hata insana mahsustur dedim. Affettim, af diledim.
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler.
Ama asıl unuttukları şuydu;
ben aldanmadım.
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar;
bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için, 
kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.
Oysa ben hiç insan kaybetmedim.
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar. 

CAN BABA

9 Temmuz 2010 Cuma

ZIRVALARIM (I)

Aşağı yukarı 23 yıl önce bu zamanlarda dünyaya gözlerini açtığında, “hayat” denilen bu orospunun nasıl da canını yakacağından habersizdi. Oysa zamanla öğrenecekti dünyanın bir iğrençlikler karnavalı olduğunu, asıl orospunun sırtımızdan vuran dostlarımız olduğunu, her zaman haksızlık edenin babalar olduğunu, bir lokma ekmek için ciğeri beş para etmez takım elbiselilere itaat edeceğini, haklı olduğu halde okulda, işte, evde, sokakta özür dileyen kişinin daima kendisi olacağını, sevdiği kişinin asla onu sevmeyeceğini, yaşamak için fazla çabalamak gerekmediğini, basit yaşamanın aslında sanıldığı kadar kolay olmadığını ve nicelerini…

Yalnızlığıma;


Biraz daha kal...
Beni bu çürümüşlüklerin ortasında,
taze sıçılmış bir bok gibi
bırakıp GİTME!

26 Haziran 2010 Cumartesi

BİR ŞEHİR



Islak ve kalabalık sokaklarına her daim hüzün yağar bu şehrin. Soğuk gecelerinde sokaklara çöken kömür kokusu çoğu zaman ciğerleri yakar. Yağmurdan boyasının akıp gittiği apartmanlar, tıpkı şehrin insanları gibidir ruhsuz ve gri. Yalnızlık sinmiştir kalabalık caddelerine, kimi görsen bir koşuşturma, bir telaş… Kendisi koskocaman bir yalan olsa da bu şehrin, geceleri yeni hayatlar yazılır burada yeniden. Her gün yeni bir maske takar insanlar. Herkesin bir hikayesi vardır burada ve herkes en acılı hikayenin kendisinde olduğunu sanır hep. Bir de gidenler vardır bu şehirden; gitti mi geri gelmeyecekler. Bir daha yer yer taşları kırılmış kaldırımlarda beraber yürüyemeyeceklerindir onlar. Oysa sen anarsın onları sokaklarından geçtikçe bu şehrin. Onların bırakıp gittiği evlerin camlarına bakarsın perdelerinin sımsıkı örtülü olduğuna aldırmadan. Yaşanmışlıklar canlanır bir anda, yüzde belli belirsiz bir gülümseme. Bazen de üzüntüler gelir aklına durduk yerde, o zaman da çökersin bir banka, uzun uzun seyredersin o hırçın mavi denizi.